İstanbul'da Gezilecek Yerler

İstanbul’da Gezilecek Yerler – 1

İstanbul’da gezilecek yerler tek bir yazıda anlatılamayacak kadar çok. Bu nedenle en az iki yazıda anlatmayı düşünüyoruz.

Gelin şimdi birlikte İstanbul’un tarihine kısa bir yolculuk yapalım. Milattan önce 7. yüzyılda Byzantion adıyla kurulan bu şehir daha sonra Romalılar tarafından fethedilerek Konstantinopolis adını alarak Roma İmparatorluğu’nun başkenti oluyor. Konstantinopolis dönemi şehri tarihin altın çağlarına taşıyor. Bizans İmparatorluğu’nun en güçlü dönemi burada yaşanıyor. Her bir taşında, sütununda bu dönemin izlerini bulmak mümkün.

1204 yılında gerçekleşen Dördüncü Haçlı Seferi ile şehir Latin İmparatorluğu’nun eline geçiyor. 1261 yılında Bizanslılar şehri tekrar kontrol altına alarak eski ihtişamını yeniden kazandırmaya çalışsa da şehrin kaderi 1453 yılında kökten değişiyor. Fatih Sultan Mehmet’in liderliğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun fethettiği şehir artık yeni bir çağın kapısını aralıyor. İstanbul, Osmanlı’nın kültürel ve ticari anlamda en büyük hazinesi haline geliyor ve her bir camii, saray ve çeşme, bu zengin mirasın bir yansıması olarak karşınıza çıkıyor.

İstanbul Gezisi Yazı Dizisi

Sultanahmet Meydanı

Sultanahmet Meydanı

Sultanahmet Meydanı, İstanbul’un kalbinin attığı, tarihi geçmişi ve muhteşem yapılarıyla insanı büyüleyen bir açık hava müzesi gibi adeta. Burası Osmanlı İmparatorluğu döneminde Atmeydanı, Bizans döneminde Hipodrom olarak anılırmış, çünkü çeşitli at yarışları ve etkinliklere ev sahipliği yaparmış. Şimdi ise ayak basar basmaz tarihle iç içe bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bir tarafınızda Sultanahmet Camii, bir tarafınızda Ayasofya Camii, bir yanınızda Topkapı Sarayı, diğer yanınızda Örme Dikilitaş, Yılanlı Sütun, Theodosius Dikilitaşı ve Alman Çeşmesi…

Sultanahmet Yılanlı Sütun

Ramazan döneminde çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapan bu meydanda biraz soluklanmak istiyorsanız meydanın ortasında bulunan Yılanlı Sütun‘a bir göz atın. Bu esrarengiz yapı, M.Ö. 479’da Perslere karşı kazanılan zaferin anısına yapılmış ve nice tarihi olaya tanıklık etmiş.

Sultanahmet - Alman Çeşmesi

Meydanın diğer tarafında ise Alman Çeşmesi bulunuyor. Bu güzel çeşme Osmanlı-Alman dostluğunun bir sembolü. Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından Sultan II. Abdülhamid’e ve İstanbul’a hediye edilmiş.

Ulaşım Bilgileri

Ziyaret etmeyi planlıyorsanız, Sultanahmet Meydanı’na ulaşım oldukça kolay. Toplu taşıma ile gitmek isterseniz T1 Bağcılar-Kabataş tramvay hattını kullanarak Sultanahmet durağında inebilirsiniz. Araçla gitmeyi tercih ediyorsanız çevrede otopark bulunabiliyor ancak trafik yoğunluğu nedeniyle toplu taşımayı tercih etmek genellikle daha pratik oluyor.

Sultanahmet Camii

Sultanahmet Camii

İstanbul seyahatimde beni en çok etkileyen yerlerden biri Sultanahmet Camii oldu. Bu büyüleyici yapı, Ayasofya ile beraber İstanbul’un kalbinde yer alıyor ve tarihi yarımadanın en önemli yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Mimar Sinan’ın öğrencisi Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından 1609-1616 yılları arasında inşa edilmiş. Altı minaresiyle İstanbul’un siluetinde önemli bir yere sahip ve Osmanlı döneminin mimari şaheserlerinden biri. Sultanahmet Camii’nin tüm dünyada “The Blue Mosque (Mavi Cami)” olarak da bilinmesinin sebebi iç mekanındaki göz alıcı mavi İznik çinileri. Caminin içinde yer alan yüzlerce pencereden süzülen ışık bu mavi çinilerle harika bir uyum oluşturuyor. Burada vakit geçirirken kendinizi tarih ve estetiğin ortasında bulabilir ve caminin büyük avlusunda İstanbul’un hareketli temposundan kısa bir mola vererek kurtulabilirsiniz.

Ziyaret Bilgileri

Camiyi ziyaret etmeyi planlayanlar için bazı pratik bilgiler vereyim. Sultanahmet Camii’ni her gün ücretsiz olarak ziyaret edebilirsiniz. Ancak namaz saatlerinde caminin ziyarete kapalı olduğunu unutmayın ve bu yüzden namaz vakitlerini önceden kontrol edin. Genellikle sabah erken saatlerde ya da öğleden sonra kalabalığın daha az olduğu zamanlarda ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ayrıca girişte kadınların başlarını örtmesi ve uygun kıyafetler giymesi gerekiyor; erkekler de dizlerini kapatacak şekilde giyinmeli. Eğer uygun kıyafetleriniz yoksa cami girişinde ücretsiz olarak örtü temin edebilirsiniz.

Ayasofya Camii

Ayasofya Camii - Eda Güven

Ayasofya Camii, insanlık tarihinin en önemli ve büyüleyici yapılarından biri. Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 532-537 yılları arasında inşa edilen bu muazzam yapı o dönemden bu yana birçok kez el değiştirerek çeşitli işlevler üstlenmiş. İstanbul’un kalbi olan Sultanahmet Meydanı’nda yer alan Ayasofya, bir zamanlar Hristiyan dünyasının en büyük katedrali olarak hizmet verirken, 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra camiye dönüştürülmüş. 1935’te müzeye çevrildikten sonra, 2020 yılında tekrar cami olarak kullanıma başlanmış ve hâlâ tüm ihtişamıyla ziyaretçilerini büyülemeye devam ediyor.

Ayasofya’nın iç mekanında başınızı kaldırdığınızda devasa bir kubbe sizi karşılıyor; kubbenin tam ortasında ise “Allah” yazısı parlıyor. Osmanlı döneminden kalma büyük hat levhaları ve Bizans mozaikleri göze çarpan diğer ayrıntılar arasında. Hangi dine ait olursa olsun her ziyaretçinin ruhunu etkileyen bu büyüleyici desenler, taş işçiliği ve freskler gerçekten nefes kesici.

Ziyaret Bilgileri

Ziyaret saatleri 24 saat olarak ayarlanmış fakat hafta içi ve hafta sonları belirli zamanlarda daha sakin olması sebebiyle sabah erken saatlerde ya da akşam geç saatlerde gitmek daha keyifli olabilir. Camiiye giriş ücretsiz ancak içeride dikkat edilmesi gereken bazı kurallar var; mesela cami olduğu için içeriye girerken uygun kıyafetler giymek gerekiyor. Kadınlardan başlarını örtmeleri isteniyor ve özellikle turist yoğunluğu dolayısıyla ayakkabılarınızı çıkarmanız gereken alanlarda kalabalık yaşanabiliyor. İçeriye girerken buna hazırlıklı olun.

Bu muhteşem yapının büyüklüğü ve detayları öylesine etkileyici ki insan kendini tarihin içinde kaybolmuş gibi hissediyor. Ancak yoğun ziyaretçi sayısı nedeniyle bazı günlerde çok kalabalık olabiliyor ki bu da bazı alanları rahatça gezmenizi zorlaştırıyor. Ayrıca rehber eşliğinde gezi yapmak istiyorsanız resmi rehber hizmeti almanız faydalı olabilir çünkü dışarıda dolaşan resmi olmayan rehberlerin çoğu yanıltıcı olabiliyor.

Topkapı Sarayı

Topkapı Sarayı

Topkapı Sarayı sanırım Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamını ve tarihini yansıtan en önemli yapı. İstanbul’a gelenlerin mutlaka görmesi gereken bu saray, 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahlarının ikametgahı ve devletin merkez yönetim binası olmuş. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478 yılında yaptırılan sarayın 1924 yılında müze haline getirilmesine karar verilmiş.

Saray, dört ana avlu ile bunları çevreleyen yapılardan oluşuyor. Geniş mekanlarda dolaşırken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz! Aya İrini Kilisesi, Divan Meydanı, Divan-ı Hümayun, Harem Dairesi, Saray Mutfağı, Enderun, özel avlu, kutsal emanetler, Kaşıkcı elması ve daha neler neler… Bu yazıya sığmayacak kadar çok şey var bu sarayda. Bu yüzden Topkapı Sarayı için ayrı bir yazı yazmayı düşünüyorum.

Ayasofyanın hemen arkasında bulunan Topkapı Sarayı, hem Ayasofya’dan hem de Sultanahmet Camii’nden 1-2 dakikalık yürüme mesafesinde.

Güncel bilet fiyatlarını ve ziyaret saatlerini resmi web sitesi‘nden öğrenebilirsiniz. MüzeKart sahipleri sarayın bazı bölümlerinden ücretsiz olarak faydalanabiliyor.

Yerebatan Sarnıcı

Yerebatan Sarnıcı - Eda Güven

Yine Sultanahmet semtinde bulunan bu sarnıç, Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camii’ne yürüme mesafesinde. Tarihi 6. yüzyıla kadar uzanan bu muazzam yapı, Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından yaptırılmış. Müthiş mühendislik yeteneklerini sergileyen sarnıç, 100 bin ton su tutma kapasitesine sahip devasa bir su deposu olarak şehrin su ihtiyacını karşılamak için kullanılmış.

İçeriye girdiğinizde mistik ve hayranlık uyandıran atmosferi ile sizi hemen etkisi altına alıyor. Sanki başka bir dünyaya adım atmış gibi hissediyorsunuz; loş ışıklandırma, su üzerindeki renkli balıklar ve sütunların ihtişamı bir araya geldiğinde, her köşesi fotoğrafını çekmek isteyeceğiniz sahneler sunuyor. Fotoğraf çekmeyi seviyorsanız burası sizin için adeta bir cennet diyebilirim. Hele ki Medusa başları çok etkileyici!

Burada dikkatli yürüyün. Ziyaretim sırasında birisi zemindeki nemlilik nedeniyle kayıp düştü. Gülmemek için kendimi zor tuttum ama ben de neredeyse düşüyordum. Eee, ne demişler: Güle komşuna gelir başına!

Güncel bilet fiyatlarını ve ziyaret saatlerini resmi web sitesi‘nden öğrenebilirsiniz. MüzeKart burada geçmemektedir.

Sultan III. Ahmet Çeşmesi

Sultan III Ahmet Çeşmesi

Sultan III. Ahmet Çeşmesi 1728 yılında inşa edilmiş ve o zamandan beri İstanbul’un en güzel çeşmelerinden biri olmuş. Rokoko mimarisiyle göz kamaştıran bu çeşme dört cephesiyle de fotoğraflara nispet yapıyor diyebiliriz. “Çeşmeden su akıyor mu?” derseniz, cevap hayır! Maalesef tarihi çeşmelerimizin çoğu gibi bu çeşmeden de su akmıyor. Ayrıca kalabalık dönemlerde burada fotoğraf çekerken dikkat edin yoksa başka turistlerin kadrajına girebilirsiniz. 🙂

Hürrem Sultan Hamamı

Hürrem Sultan Hamamı

Hürrem Sultan Hamamı, İstanbul’un tarihi ve kültürel zenginlikleri arasında gizlenmiş bir mücevher gibi duruyor. Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan için 1556 yılında inşa edilmiş.

Hamam 1910 yılına kadar kullanılmış ama sonra kapatılmış. Bir süre cezaevi, benzin deposu ve kağıt deposu olarak kullanıldıktan sonra 2008 yılında restorasyonuna başlanmış ve 2011 yılında yeniden hamam olarak kullanıma açılmış. Giriş ücretini görünce girmekten vazgeçebilirsiniz. 🙂

Güncel fiyatları ve giriş saatlerini resmi web sitesi‘nden öğrenebilirsiniz.

Gülhane Parkı

Gülhane Parkı

Gülhane Parkı bir zamanlar Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olarak kullanılmış ve ilk defa 1912 yılında Sultan Abdülmecid döneminde halka açılmış. Parkın adı, sarayın güllükleri taşıdığı için “Gül Hane” yani “Güllerin Evi” anlamına gelir.

Parkın içine girdiğinizde geniş yürüyüş yolları boyunca ilerlerken, yemyeşil doğanın arasında huzur buluyorsunuz. Sıkça karşınıza çıkan oturma alanlarında kısa molalar verebilir ya da parkın derinliklerinde sakinlik içinde kitabınızı okuyabilirsiniz. Parkta zaman geçirmenin en cezbedici yanlarından biri de İstanbul Boğazı manzarasını izlemek. Eski çay bahçelerinden birine oturup çayınızı yudumlarken Boğaz’ın güzelliklerine dalıp gidebilirsiniz.

Girişte herhangi bir bilet ücreti talep edilmemesinin yanı sıra park içindeki bazı ekstra aktiviteler ücretli olabiliyor; özellikle müzeleri ziyaret etmek isterseniz ekstra bir ücret ödemeniz gerekebilir. Eğer hafta sonu giderseniz yoğun ilgiden dolayı çok kalabalık oluyor ve bu nedenle yeterince sessiz ve huzurlu olmuyor.

İstanbul Arkeoloji Müzesi (Müze-i Hümâyûn)

İstanbul Arkeoloji Müzesi

İstanbul Arkeoloji Müzesi tarih meraklıları için gerçek bir cennet! Gülhane Parkı’nın hemen yanında yer alan bu muhteşem müze, üç ana bölümden oluşuyor: Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi. 1869 yılında Müze-i Hümayun yani İmparatorluk Müzesi olarak kuruluşmuş ve 1891 yılında da ana binanın inşaatı tamamlanıp ziyarete açılmış.

Müzenin en etkileyici bölümlerinden biri Arkeoloji Müzesi ve bu kısmın içindeki büyük salonlarda yüzlerce lahit, büst, heykel ve sikke sergileniyor. Meşhur İskender Lahdi de burada bulunuyor. Her bir eserin üzerinde detaylı bilgi plakaları mevcut olduğu için hem öğrenmek hem de görselliğin tadını çıkarmak mümkün.

Güncel bilet fiyatlarını ve ziyaret saatlerini resmi web sitesi‘nden öğrenebilirsiniz. MüzeKart sahipleri müzeye ücretsiz olarak girebilirler.

Türk ve İslam Eserleri Müzesi

Türk ve İslam Eserleri Müzesi

1914 yılında kurulan Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Sultanahmet Meydanı’nda, İbrahim Paşa Sarayı’nın içinde yer alıyor. Türkiye’nin ilk Türk ve İslam sanatı müzesi. Müzede özellikle, Selçuklu, Osmanlı, Memluk ve Abbasiler gibi çeşitli uygarlıklara ait el yazmaları, halılar, ahşap işçiliği örnekleri ve seramikler sergileniyor. Aynı zamanda dini eserler, kandil ve rahle koleksiyonları da ilgiye değer. Müzenin önemli koleksiyonlarından biri olan halı koleksiyonu, dünya çapında en büyük ve en zengin halı koleksiyonu olarak biliniyor.

Güncel bilet fiyatlarını ve ziyaret saatlerini resmi web sitesi‘nden öğrenebilirsiniz. MüzeKart sahipleri müzeye ücretsiz olarak girebilirler.

Çemberlitaş Sütunu

Çemberlitaş Sütunu

Çemberlitaş Sütunu veya yaygın ismi ile Çemberlitaş, İstanbul’da gezmeye doyamadığım büyüleyici yerlerden biri. İmparator I. Konstantin onuruna M.S. 330 yılında dikilmiş. Roma İmparatorluğu’nun izlerini taşıyan bu anıt, bugün caddenin ortasında yer alıyor ve oradan geçen herkesin ilgisini çekiyor. Aslında Konstantin Sütunu olarak da biliniyor ancak zaman içinde bugünkü ismini almış. Yüksekliği yaklaşık 35 metre kadar.

Çemberlitaş’ı ziyaret etmek oldukça kolay. Yenikapı-Hacıosman metro hattıyla Vezneciler durağında inip kısa bir yürüyüş yaparak ulaşabilirsiniz. Ayrıca T1 tramvay hattı ile de Çemberlitaş durağında inebilir ve sadece birkaç adım attıktan sonra bu tarihi sütunun yanı başında kendinizi bulabilirsiniz. Giriş için herhangi bir bilet ya da giriş ücreti ödemek zorunda değilsiniz; anıt açık alan olması sebebiyle her an ziyaret edilebilir durumda.

Çemberlitaş Hamamı

Çemberlitaş Hamamı

Çemberlitaş Hamamı, Osmanlı döneminin mirasını yansıtan ve Türk hamam kültürünü deneyimlenebileceğiniz bir mekan. Sultan II. Selim’in eşi Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış ve 1584 yılında inşa edilmiş. Hem kadınlar hem de erkekler için ayrı bölümleri mevcut.

Geleneksel Türk hamamı ritüellerini deneyimlemek isteyenler için harika bir yer. Özellikle sıcak taşlarda uzanıp kese ve köpük masajı yaptırmak istiyorsanız tam size göre. Vaktim olmadığı için ben giremedim ama daha sonraki İstanbul gezilerimde mutlaka uğrayacağım yerler arasında yer alıyor.

Güncel fiyatları ve giriş saatlerini resmi web sitesi‘nden öğrenebilirsiniz.

Beyazıt Meydanı

Beyazıt Meydanı

Beyazıt Meydanı, İstanbul’un en eski ve tarihi meydanlarından biri. Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş ve tarih boyunca pek çok önemli olaya ve esere ev sahipliği yapmış. Meydana adını veren Beyazıt Camii, II. Bayezid tarafından 15. yüzyılda yaptırılmış. Meydanın ortasında yer alan Beyazıt Kulesi de ilk olarak 1749 yılında yangın kulesi olarak inşa edilmiş ve zamanla şehirdeki yangın sisteminin önemli bir parçası haline gelmiş.

İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısı da yine bu meydanda yer alıyor. Bu kapının önünde durup fotoğraf çektirmeden dönmeyin derim!

Beyazıt Meydanı’na ulaşım oldukça kolay. Taksim’den bineceğiniz M2 metro hattı ile Vezneciler durağında inip kısa bir yürüyüşle meydana ulaşabilirsiniz. Alternatif olarak Sultanahmet yönünden gelen tramvay hattını kullanarak Beyazıt-Kapalıçarşı durağında inebilirsiniz.

Tarih boyunca pek çok politik ve sosyal olaylara sahne olan bu meydan öğrenci protestolarının merkezi halinde. Ziyaretim sırasında bir protesto olmadığı için yakından gözlemleyemedim ama caminin önündeki güvercinlere yem vermeyi ihmal etmedim.

Kapalıçarşı

Kapalıçarşı

Kapalıçarşı dünya üzerindeki en eski ve en büyük kapalı pazar yerlerinden biri. Fatih Sultan Mehmet zamanında inşa edilmiş. 60’a yakın sokağı, 22 kapısı ve 4 binin üzerinde dükkânıyla tam anlamıyla bir alışveriş cenneti olan Kapalıçarşı’da kaybolmak işten bile değil! Zaten kaybolmazsanız kendinizden kuşku duymalısınız 🙂 Burası tam bir labirent!

El emeği göz nuru halılar, birbirinden değerli mücevherler, nefes kesici antikalar derken kendinizi alışverişin büyüsüne kaptırmanız an meselesi. Ancak dikkatli olun çünkü fiyatlar çoğu turistlik bölgede olduğu gibi burada da yüksek! Sizi ısrarla çağıran esnafa karşı hazırlıklı olmakta fayda var.

Sahaflar Çarşısı

Sahaflar Çarşısı

Sahaflar Çarşısı, Kapalıçarşı’nın hemen yanında, Beyazıt Meydanı’na giden yol üzerinde bulunuyor. Buranın atmosferine hayran kalacağınıza eminim. Dar sokaklar, sahaflar, dükkânların ahşap raflarını süsleyen binlerce kitap, el yazmalar, antika eşyalar sizi adeta etkisi altına alıyor. Eğer bir kitap tutkunu iseniz sadece burada bile bir gününüzü harcayabilirsiniz.

Dükkan sahipleri genellikle eski kitapların değerini çok iyi bildiklerinden pazarlık payınız sınırlı. Fotoğraf çekmek konusunda her dükkan sahibi aynı toleransı göstermeyebilir, dolayısıyla fotoğraf çekmeden önce izin istemeyi unutmayın.

Süleymaniye Camii

Süleymaniye Camii

Süleymaniye Camii, İstanbul’un tartışmasız en etkileyici yapılarından birisi. İstanbul’un siluetine hakim olan ihtişamlı yapısı ve tarihi dokusuyla mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Mimar Sinan‘ın kalfalık eseri olan bu cami Kanuni Sultan Süleyman adına 1550-1557 yılları arasında inşa edilmiş. Tarihi boyunca birçok deprem geçirmiş olmasına rağmen özellikle restorasyon çalışmaları sayesinde oldukça iyi korunmuş durumda.

Camii sadece ibadet yeri olmasının ötesinde aynı zamanda bir külliye olarak da işlev görmüş. Bu külliye içinde medreseler, hamamlar, kütüphane, imaret (aşevi), hastane ve dükkânlar bulunuyor. Caminin içi ise etkileyici süslemeleri ve geniş kubbesiyle herkesi kendine hayran bırakıyor.

Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın türbeleri caminin avlusunda, Mimar Sinan’ın türbesi ise caminin arka tarafında yer alıyor.

Beyazıt Meydanın’dan 4-5 dakikalik yürüme mesafesinde bulunuyor. Camiye giriş ücretsiz ki bu da bütçesi sınırlı olan gezginler için harika bir fırsat 🙂 Tüm camilerde olduğu gibi burası da namaz vakitlerinde ziyarete kapalı ve girişte hem kadınlar hem de erkekler için kıyafet kuralları bulunuyor.

Balat

Balat

Balat, İstanbul’da bir zamanlar Yahudi mahallesi olarak bilinen ve tarihi dokusu ile hala dikkat çeken muazzam bir semt. Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’un en kozmopolit bölgelerinden biri haline gelmiş. Hem Yahudi cemaatinin hem de Rum ve Ermeni topluluklarının izlerini görmek hâlâ mümkün: Sinagoglar, kiliseler ve camiler yüzyıllardır yan yana duruyor.

Rengarenk boyanmış tarihi evleriyle meşhur olan sokaklarında gezerken her adımda adeta geçmişe yolculuk yapıyorsunuz. Sokakları süsleyen antika dükkanları, şirin kafeleri ve sanat galerileri bölgeye bambaşka bir hava katıyor. Fener Rum Patrikhanesi ve Ahrida Sinagogu gibi önemli yerler de burada bulunuyor.

Balat’a ulaşım oldukça kolay. İstanbul’un merkezi noktalarından otobüs veya metro ile rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Eminönü’nden kalkan 99A numaralı İETT hattı sizi doğrudan Balat’a ulaştırır. Alternatif olarak metro kullanmak isterseniz Haliç durağında inip kısa bir yürüyüşle de semte ulaşabilirsiniz.

Burası fotoğraf çekmeyi sevenler için adeta bir hazine! Ancak sokaklarda rahatça dolaşmak için rahat ayakkabılar giymeyi unutmayın çünkü bazı yollar oldukça dik ve taş döşeli.

Fener Rum Patrikhanesi

Fener Rum Patrikhanesi

Fener Rum Patrikhanesi tarihi yarımadanın incilerinden biri. 1601 yılından beri Haliç kıyısındaki Fener’de yer alan Patrikhane, Ortodoks dünyasının kalbi olarak kabul ediliyor. Buraya adım attığınızda yüzlerce yıllık bir geleneğin ve inancın izlerini hissediyorsunuz. Şu anki Patriğin ofisi de burada bulunuyor ve halen Ortodoks dünyası için en önemli merkezlerden biri olma özelliğini koruyor.

Patrikhane kompleksi içinde birkaç önemli yapı var. Bunlar arasında Aya Yorgi Kilisesi (St. George’s Kilisesi) en dikkat çekeni. İçeri girer girmez sizi büyüleyen ikonalar, azizlerin tasvirleri ve muhteşem fresklerle karşılaşıyorsunuz. Ayin saatlerinde bulunabildiğinizde o mistik atmosferi tam anlamıyla hissedebiliyorsunuz. Kilise içerisindeki 12 havarinin tahtları da oldukça dikkat çekici.

Ziyaret etmeyi planlayanlar için birkaç pratik bilgi vereyim. Her gün 8:30 ile 16:00 saatleri arasında ziyarete açık ve giriş ücretsiz. Fotoğraf çekimi ciddi şekilde kısıtlanmış durumda. Bu nedenle içeride fotoğraf çekmek yerine her anın tadını çıkarmanızı öneririm.

En yakın metro istasyonu olan Haliç İstasyonu’ndan çıktıktan sonra yaklaşık 10 dakikalık hoş bir yürüyüşle patrikhaneye varabilirsiniz. Aynı zamanda Eminönü veya Karaköy’den geçen otobüslerle Fener durağında inip kısa bir yürüyüşle de ulaşım mümkün.

Pierre Loti Tepesi

Pierre Loti Tepesi

Fener’e kadar gelmişken kısa bir yolculuk ile Eyüp’e geçtim ve ilk iş olarak hemen Pierre Loti Tepesi‘ne gittim 🙂 Burası Eyüp semtinde, Haliç’e nazır muhteşem manzarasıyla oldukça dinlendirici bir mekan. Adını 19. yüzyılda burada sıkça vakit geçiren Fransız yazar Pierre Loti’den alıyor. Gerçek adı Julien Viaud olan Pierre Loti, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’a aşık olan ve burada uzun yıllar yaşayan bir deniz subayıymış.

Eğer toplu taşıma kullanmayı tercih ederseniz önce Taksim’den F1 funiküler hattıyla Kabataş’a geçip oradan 52 ya da 99 numaralı otobüslerle Eyüp Sultan Cami durağına kadar gelebilirsiniz. Alternatif olarak Haliç kenarından geçen nostaljik tramvaylarla da ulaşım sağlanabilir. Buradan teleferik ile tepeye kısa sürede çıkabilirsiniz. Teleferik hattının bilet fiyatları oldukça makul ve İstanbulkart kullanarak kolaylıkla ödeme yapabilirsiniz.

Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar açık olan bu mekan özellikle hafta sonları ve akşamüstü saatlerinde çok kalabalık oluyor. Gün batımı fotoğrafları çekmek veya güneşin batışını videoya almak için telefonunuzun veya kameranızın şarjının tam dolu olduğundan emin olun derim.

Eyüp Sultan Camii

Eyüp Sultan Camii

Tarihi 15. yüzyıla kadar uzanan bu muazzam camii Eyüp Sultan’ın türbesini içeriyor. Eyüp Sultan yani Ebul-Eyyub El-Ensari, Hz. Muhammed’in sancaktarı olarak bilinir ve fetihten sonra bu bölgeye onun hatırasına ithafen Osmanlılar tarafından türbe ve camii inşa edilmiş. Hatta bazı padişahların kılıç kuşanma törenleri burada yapılmış. Dolayısıyla caminin ve türbenin manevi değeri son derece büyük. Hem İstanbul’dan hem de Türkiye’nin dört bir yanından gelip dua eden, dilek dileyen insanlarla dolu.

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir